Nikos Kazancakis “dünyada çiçek, çocuk ve kuş olduğu sürece korkma; her şey yolunda demektir” demiş. Çiçeğin tüm bitki örtüsü ve ağaçları, kuşun ise hayvan dostlarımızı temsilen söylenmiş bir söz olduğunu varsaydığımızda bu söze katılmamak mümkün mü? Peki biz gerçekten biliyor muyuz bitki ve hayvan bakımının çocuğumuzun gelişimindeki önemini ya da çocuğumuza henüz küçükken model olarak bu bilinci vermemizin ne kadar değerli olduğunu?
Yıllar önce 4-5 yaşlarında bir çocuğun deniz kenarında kayalıkların arasındaki yengeci fark edip şaşırmasına tanık oldum. Parmağıyla annesine gösterdi ilk kez gördüğü yan yan yürüyen hayvanı. Annesi baktı “aa bu yengeç” dedi, “hadi üstüne su atalım da korksun, kaçsın”. Ardından da birlikte yengeci korkutmaya çalıştılar. Düşünsenize küçük bir çocuk ilk defa karşılaştığı bir canlıyı korkutmayı öğreniyor…
Oysa onu merak etmeyi öğrenebilirdi annesinden; yavaşça korkutmadan onu izlemeyi, belki sonrasında yan yan yürüyüşünü taklit etmeyi, neyle beslendiğini, kıskaçlarını nasıl kullandığını, çok yaklaşırsak ürkebileceğini… Böylece hem işe yarayan gerçek bir bilgi edinmiş olurdu, başka canlıları merak etmekten, tanımaktan keyif alırdı, hem de başka bir canlının zihnini anlamayı, onunla empati yapmayı deneyimlemiş olurdu.
Bilimsel çalışmalar evde ya da dışarıda, bitki ya da hayvan başka bir canlıyla bağ kuran, arkadaş olan ya da onun bakımını üstlenen çocukların diğer çocuklara göre, sorumluluk duygularının ve empati becerilerinin çok daha hızlı geliştiğini göstermektedir. Başka bir canlıyı anlamaya çalışmanın, onunla iletişim kurmanın çocukların hem duygusal hem sosyal gelişimine katkıda bulunduğu artık bilimsel olarak da doğrulanmış bir gerçektir. Benzer şekilde, hayvanlarla çocuklar arasında kurulan dostluğun hem çocukların hem de hayvanların zihinsel becerilerini geliştirdiğini gösteren çalışmalar da bulunmaktadır. Ayrıca çocuklar ve hayvanlar (özellikle de evcil hayvanlar) arasında çok sıkı dostluklar gelişebilmektedir. Böyle bir durumda da, çocuk kendisinden çok farklı olan bir canlıya hoşgörü göstermeyi, onu kabul etmeyi, onun tarafından kabul edilmeyi deneyimleme fırsatı bulabilmektedir.
Pek çok anne-baba sorulduğunda çocuklarını çevresine duyarlı, saygılı, merhametli bireyler olarak yetiştirmek istediklerini belirtirler. Bunun için yapılması gereken birçok şeyden biri de diğer canların ihtiyaçlarına duyarlılık konusunda çocuğumuza model olmaktır. Örneğin sokaktaki yaralı bir hayvanı görüp olduğu yerde bırakmayan, anne-babasıyla birlikte veterinere götüren bir çocuk sorumluluk almanın yanında, başkaları için bir şey yapmayı, yardımlaşmayı, empati kurmayı, merhametli davranmayı öğrenir. Benzer şekilde, anne-babasıyla birlikte sokaktaki canlara mama bırakan çocuklar da başka canların ihtiyaçlarına duyarlı, tüm çevresine saygı duyan bireyler olacaklardır.
Tüm bunlara ek olarak bir çiçeğe, ağaca ya da hayvanı bakım verebilmek ve bunu sürdürebilmek çocuk ve/veya gençte başarı duygusunu ve buna bağlı özgüveni destekler. Tabii ki bunun olabilmesi için anne-babanın çocuğun yemi koymayı, çiçeği sulamayı unuttuğu zamanlara değil çocuğun yapabildiklerine odaklanması ve bu yönde olumlu geribildirim vermesi gerekmektedir. Tüm çocuk ve gençler için özgüveni destekleyen bu durum, özellikle akademik ya da sosyal hayatta herhangi bir güçlük yaşayanlar için daha da önem kazanmaktadır. Ayrıca ihmal edilmiş, istismara uğramış ya da herhangi bir travma yaşamış çocukların da tekrardan güvenebilmelerini, sağlıklı bağlanma ilişkisi kurabilmelerini kolaylaştırdığı, dolayısıyla yaşadığı travmatik olayın izinin onarılmasına yardımcı olduğu da bilimsel çalışmalarca gösterilmiştir.
Tabii ki sırf bu nedenlerle herkes evde bir canlı besleyemez, bitki ya da hayvan beslemek bir sorumluluktur ve herkes bu sorumluluğa hazır hissetmeyebilir. Bazı anne-babalar bir hayvan sahiplenip ya da alıp tüm sorumluluğu çocuğa vermeyi deniyor. Ancak unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta çocuğun bu bakım sorumluluğunu tek başına üstlenemeyeceği ve anne-babanın ona bu sorumluluğu yavaş yavaş öğreterek, örnek olarak devretmesi gerektiğidir. Ona yeterli ilgiyi gösterebileceğinden emin olmayan kişilerin sırf çocukları istiyor diye ya da çocuklarının bu sorumluluğu üstleneceğine güvenerek böyle bir girişimde bulunması uygun olmaz. Aksine anne-babasının evdeki diğer canlıya ilgi göstermediğini, ya da ondan sıkılıp vazgeçtiğini gören çocuğa oldukça olumsuz bir örnek teşkil eder. O nedenle evde bir canlıya bakma konusunda kendisine güvenmeyen anne-babalarının çocuklarının çevre, doğa, hayvan sevgisini desteklemek için çocuklarıyla birlikte dışardaki canlara bakım vermeleri daha uygun olacaktır.
Sonuç olarak çocuklar çevrelerini nasıl yorumlayacaklarını, etraflarında olanlara nasıl tepki vereceklerini anne-babalarından öğrenirler. Anne-babalara düşen görev ise bir çocuğa her canlının değerli olduğunu ve saygıyı hak ettiğini öğretmeye çalışmaktır. Bu bir anne -baba için hem yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur hem de çocuklarının akademik, sosyal, zihinsel gelişimi için yapacakları önemli bir katkıdır. Anne-babalar bunun önemini fark edip çocuklarına bu sevgiyi ve saygıyı daha sıklıkla aşıladıklarında dünya çok daha güzel bir yer haline gelecektir.
Kaynaklar
Knight S., Vrij, A., Cherryman, J. and Nunkoosing, K. 2004. Attitudes toward animal use and belief in animal mind. Anthrozoös 17: 43–62.
Kruger, K., McCune, S. and Merrill, R. 2012. WALTHAM® Pocket Book of Human–Animal Interactions. Leicester: Beyond Design Solutions Ltd.
Julius H, Beetz AM, Niebergall K Breaking the transmission of insecure attachment relationships. Special session presented at: The 12th International Conference on Human-Animal Interactions (IAHAIO); July; 2010; Stockholm, Sweden.
Julius H, Beetz A, Kotrschal K, Turner D, Uvnäs-Moberg K. Attachment to Pets: an Integrative View of Human-Animal Relationships with Implications for Therapeutic Practice. Cambridge (MA): Hogrefe; 2013.
Parish-Plass N. Animal-assisted therapy with children suffering from insecure attachment due to abuse and neglect: a method to lower the risk of intergenerational transmission of abuse? Clin Child Psychol Psychiatry. 2008;13(1):7–30.